Yapılacaklar listesi gözünüzde büyür de büyür. Bitirilmesi gereken ödev, gönderilmesi gereken e-posta, başlanması gereken proje… Hepsi orada durur. Siz de bakarsınız ona. Sonra iç sesiniz der ki “hadi başla artık”. Siz de istersiniz başlamayı. Ama bir el freni çekilmiş gibidir. Vücut gitmek ister, akıl gitmek ister ama görünmez bir güç sizi koltuğa yapıştırır, elinize telefonu tutuşturur, olmadık bir diziye başlattırır. İşte bu, erteleme hastalığı denen illet. Modern zaman vebası gibi bir şey.
Peki, neden yapıyoruz bunu? Neden o ilk adımı atmak bu kadar zor? Altında yatan birkaç sinsi sebep var aslında. Belki ilki mükemmeliyetçilik derdi. Bir işe başladığımızda kusursuz olmasını isteriz, en iyisi olsun. Ama en iyiyi yapamayacağımızdan korkarız ya da en iyisi için gereken efor gözümüzde o kadar büyür ki, başlamamak daha kolay gelir. Ya da görev o kadar büyük ve göz korkutucudur ki, nereden başlayacağımızı bilemeyiz. Okyanusta yüzmek gibi gelir, kıyıdan bakmak daha güvenlidir. Bazen de dümdüz canımız istemez o işi yapmayı. Keyifsizdir, sıkıcıdır, eziyettir. Ve beynimiz anlık zevk peşindedir, o sıkıcı göreve başlamak yerine telefonla oynamak, video izlemek çok daha cazip gelir.
Bir de o meşhur “nasılsa yetişir” özgüveni var ki sormayın. Son ana bırakırım, bir gece oturur yaparım diye kendimizi kandırırız. Oysa biliriz ki son ana kalınca hem stres tavan yapar, hem de çıkan iş genelde aceleye geldiği için istediğimiz kalitede olmaz. Ama o anki rahatlık hissi o kadar tatlı gelir ki, gelecekteki “ben”in o çileyi çekeceğini bile bile erteleriz. Bu tamamen beynimizin kısa vadeli hazzı, uzun vadeli faydaya tercih etmesi durumu.
Erteleme hastalığı bir kısır döngü yaratır. Yapmadıkça suçluluk hissedersin. Suçluluk hissettikçe daha çok kaçarsın. Kaçtıkça yapman gereken iş dağ gibi büyür. Dağ büyüdükçe daha çok gözün korkar ve daha çok ertelersin. Son ana gelince de panik atak derecesinde bir stresle o işi apar topar bitirmeye çalışırsın. Bu döngü hem ruh sağlığını yıpratır hem de potansiyelini düşürür.
Peki, bu illetten kurtulmak mümkün mü? Sihirli bir formülü yok ama uygulayabileceğimiz, işe yarayabilecek birkaç yöntem var. İlki, o gözünde büyüyen görevi minik minik parçalara bölmek. Bir yazı mı yazacaksın? Sadece ilk paragrafını yazmayı hedefle. Bir odayı mı toplayacaksın? Sadece masayı toplamayı hedefle. Küçük adımlar görevin tamamını daha az korkutucu hale getirir. Sonra o meşhur “sadece 5 dakika kuralı” devreye girer. Kendine de ki, “sadece 5 dakika bu işi yapacağım”. Genellikle bir kere başlayınca, o ilk ataleti kırınca devamı gelir. Gelmese bile 5 dakika yapmış olursun, hiç yapmamaktan iyidir.
Dikkati dağıtanları ortadan kaldırmak da şart. Telefon bildirimlerini kapat, sosyal medya sitelerini engelleyen uygulamalar kullan, çalışırken sadece işle ilgili pencereler açık kalsın. O anlık bildirimler, gelen e-postalar erteleme için harika bahaneler sunar çünkü. Bir de kendini motive etmek için ödül sistemi kurabilirsin. Görevin bir parçasını bitirince kendine küçük bir ödül ver. Sevdiğin bir şarkıyı dinlemek, kısa bir mola vermek gibi. Bu, beynine “bu sıkıcı işin sonunda güzel bir şey var” mesajını verir. Geçmiş ertelemeler için kendini affetmeyi de öğren. Dün yapmadın diye bugün de yapamayacak değilsin. Olan oldu, şimdi başla.
Zaman yönetimi teknikleri de faydalı olabilir. Pomodoro tekniği gibi (25 dakika çalış, 5 dakika mola ver), belirli sürelerde çalışıp mola vererek odaklanmanı sağlayabilirsin. En önemlisi de neden o işi yaptığını hatırlamak. Bu ödevi bitirince ne olacak? Bu projeyi tamamlayınca kariyerime ne faydası olacak? O görevi daha büyük bir resmin parçası olarak görmek motivasyonunu artırabilir.
Erteleme hastalığı yaygın bir mücadele alanı. Tamamen kurtulmak zor olabilir ama onu yönetmeyi, etkisini azaltmayı öğrenebiliriz. Küçük adımlarla başlayarak, kendimize karşı dürüst olarak ve farklı yöntemleri deneyerek o ilk adımı atma cesaretini bulabiliriz. Yarın değil, bugün… Belki birazdan… Dur bir şu bildirime bakayım… Neyse.
wp22qw